Kerem Cankoçak'ın İmago'daki konuşması
Tartışmaya katılanlar:
Saffet Murat Tura, Aykut Turhan, Betül Yalçıner, Demet Parlar, Erhan Sezer, Zihni Sanus, Kaan Özkan, Zeynep Özarslan
imagocular

Kompleks Sistemlerde Teleoloji Tartışması
Kerem Cankoçak'ın İmago'daki konuşması.
Tartışmaya katılanlar:
Saffet Murat Tura, Riitta Cankoçak, Gökhan Çakıroğlu, Betül Yalçıner, Demet Parlar
Tartışmaya katılanlar:
Saffet Murat Tura, Riitta Cankoçak, Gökhan Çakıroğlu, Betül Yalçıner, Demet Parlar
Fizik biliminde Kuhn'cu paradigmanın ve eşölçüştürülemezlik kavramının eleştirisi
Kerem Cankoçak'ın İmago'daki konuşması
Bilimin canlılığı tanımlayamadığına dair
10 yıl kadar önce, Colorado Üniversitesinde Felsefe profesörü
Cleland ve Carl Sagan’ın astronomi öğrencisi olup halen Princeton
Üniversitesinde hocalık yapan Chris Chyba nasıl Ortaçağ’da suyun moleküler yapısı
bilinmiyorduysa, bugün de “yaşam”
tanımlaması için gereken temel bilginin elde olmadığını ileri
sürmüşlerdi. Bugün artık bu görüş bilim çevrelerinde resmiyet kazanmış
durumda...
Texas Üniversitesinin evrimsel biyoloğu Andrew Ellington ”Kendimi yaşam
sözcüğünün bilimsel tanımlaması diye bir şey olmadığını söylemeye yetkili
görüyorum...bunun tersini söyleme
girişiminde bulunmasının bilime zararlı olduğu görüşündeyim.” deyip şöyle devam
eder:
R. Feynman'dan bilince dair
Evrenin bugünkü görüntüsünden etkilenen hiç kimse yok mu? Bilimin
bu değeri şarkıcılar tarafından görmezlikten geliniyor: Bu konu hakkında bir
şarkı veya şiire rastlama şansınız çok azdır; yalnızca geceleri verilen
bilimsel derslere rastlarsınız. Ne yazık ki henüz bilim çağında yaşamıyoruz.
Belki de bu sessizliğin sebeplerinden biri, müziği nasıl
okuyacağınızı bilmiyor oluşunuzdur. Örneğin bir bilimsel makalede şöyle
yazabilir: “Fare beyninin içeriğindeki radyoaktif fosfor, iki haftalık bir
periyotta yarı yarıya azalır.” Şimdi, bu ne demektir?
Anlatılmak istenen şey, bir farenin beynindeki –aynı zamanda benim ve de sizin
beyninizdeki–
fosforun iki hafta önce orada bulunan fosforla aynı olmadığı; başka bir deyişle
beyindeki atomların başka bir şeyle yer değiştirmiş olduğudur; iki hafta önce
orada olanlar artık orada değildir.
O halde zihin dediğimiz şey nedir? Bilince sahip olan bu atomlar
da neyin nesidir? Bunlar geçen hafta yediğimiz patateslerdir! Şimdi onlar
zihnimde bir yıl önce olup bitenleri, yani çok uzun zaman önce değiştirilen bir
zihni hatırlayabilmektedir.
Benlik diye adlandırdığımız şeyin yalnızca bir dans veya örüntü
olduğunu kavramamız, beyindeki atomların yerine başka atomların gelmesi için ne
kadar zaman geçmesi gerektiğini anlamamızı gerektirir. Atomlar beynime girer,
dans eder ve sonra da çekip gider; her zaman dans eden, ama önceki dansı
hatırlayıp onun aynısını yapan yeni atomlar vardır.
R. Feynman, Başkalarının Ne Düşündüğünden Sana Ne? (Alfa Bilim Dizisi, s.
224)
Bilincin çok (çok) kısa tarihi (D. Dennett, Darwin'in Tehlikeli Fikri, 12. Bölümden)
Biz neyiz sorusunun yanıtı,
kültürün bizi ne şekilde etkilediğinde yatar.
Şimdi her şeyin nasıl başladığını sormamız gerekiyor. Nasıl bir evrimsel
devrim oluşmuştur da bizi genetik devrimin diğer bütün ürünlerinden belirgin
bir şekilde ayırmıştır? Size burada anlatacağım hikâye, çok hücreli yaşamı
olası kılan ökaryot hücrelerin oluşumlarıyla ilgili Bölüm 4’te anlattığım
hikâyenin tekrarı olacak. Hatırlarsanız, çekirdek içeren hücrelerden önce daha
basit ve münferit bir yaşam sürdüren ve enerji bakımından zengin bir çorbanın
içinde gezinip kendilerini eşlemekten daha ilginç bir şey yapmayan prokaryotlar
vardı. Lynn Margulis’in muhteşem hikâyesinde (1981) anlattığına göre, günlerden
bir gün bu prokaryotlardan bazıları bir tür parazitin istilasına uğradı. Ama
tanımlarından da anlaşılacağı üzere normalde ev sahiplerinin uyumluluğuna zarar
veren bu parazitler, ilginç bir şekilde yararlı hale gelerek parazit olmaktan
çıkıp ortakyaşar’a dönüştü. Onlar ve
istila ettikleri prokaryotlar, artık Latince anlamı ‘aynı masada birlikte yemek
yiyen’ anlamına gelen kommensal’ler
veya birbirinin varlığından fayda sağlayan mutualist’ler
gibiydi. Güçlerini birleştirerek devrimsel nitelikli yeni bir varlık
oluşturdular: ökaryot hücre. Bu oluşum çok hücreli yaşam diye bildiğimiz,
olasılıkları barındıran ve daha önce bile hayal edilmesi mümkün olmayan engin
bir uzayın kapısını aralamış oldu. Derken, birkaç milyar yıl geçti. Bu arada
çok hücreli yaşam biçimleri Tasarım Uzayının girdisini çıktısını keşfetmeye
devam ediyordu; ta ki bir gün, tek bir çok hücreli canlı türünde başka bir
istila başlayana dek. Bu canlı bir tür primattı ve istilacılarının çok uygun
bulduğu çeşitli yapı ve yetenekler geliştirmişti (bunlara ön uyarlanım demeye
cesaret edebilir misiniz?). İstilacıların, girdikleri konak canlı içerisinde
kendilerine yuva bulmaları şaşırtıcı değildi, çünkü zaten konak canlı tarafından
yaratılmışlardı, tıpkı bir örümceğin ağını veya bir kuşun yuvasını oluşturması
gibi. Bu yeni istilacılar göz açıp kapayana kadar geçen bin yıldan az bir zaman
içinde hiçbir farkındalığa sahip olmayan konakçılarını –kuyruksuz maymunları–
yepyeni bir şeye dönüştürdü: farkındalığa
sahip olan konakçılar. Bunlar
yeni istilacı stokları sayesinde bugüne kadar hiç hayal edilmemiş şeyleri hayal
edebiliyor, Tasarım Uzayının içinde daha önce hiçbir canlının yapmadığı biçimde
oradan oraya sıçrayıp duruyordu. Dawkins’in 1976’da yaptığı tanımlamadan sonra
bu istilacıları mem diye
adlandırıyorum; belli bir hayvan türü esaslı bir şekilde memlerle donatıldığı –veya istila edildiği– zaman ortaya çıkan tamamen yeni
varlığa da genel olarak insan denilmektedir.
D. Dennett, Darwin'in Tehlikeli Fikri, 12. Bölüm (yakında Türkçe basımı çıkacak...)
Sicim Teorisi: fizik mi, metafizik mi?
(Aykut Turhan)
1960'larda İtalyan fizikçi Gabriele Veneziano güçlü nükleer kuvveti matematiksel olarak ifade edebilmenin peşinde koştururken, İsviçreli matematikçi Leonhard Euler'in kendisinden 200 yıl kadar önce oluşturduğu bir denklemin güçlü kuvveti tanımladığını farkeder (Euler, bugün kullandığımız pek çok matematik nosyonunun babasıdır. Örneğin, f(x) fonksiyon tanımlaması ona aittir)
Bu keşif, Veneziano'nun yıldızının parlamasına sebep olur. Konunun üzerinde çalıştıkça, maddenin temel parçacıklarının matematiksel ifade olarak noktasal olmaktan çıkıp küçük bir sicim şeklindeki uzamsal birimlere dönüşmesi gibi bir tuhaflığı ortaya çıkarır. Temel birim olan parçacıkların, titreşerek parçacığın sahip olduğu özellikleri ortaya çıkartan daha da temel bir yapısı olduğu görüşüdür bu. Ancak, sadece matematik denklemlerinin üzerinde kalem oynatmalarla ortaya çıkan bu yaklaşım fazla taraftar bulmaz. Kuantum mekaniği tüm ihtişamıyla kabul görmüştür bir kere; temel parçacıklar “noktasal”dır, “sicimsi” değil. Deneysel çalışmalar da bu kabullenmeyi desteklemektedir. Bilim insanları bu parçacıkları hızlandırıcılarda çarpıştırarak deneysel yeni kanıtlar peşinde koşmakta ve evrenin nasıl işlediğini göstermeye çalışmaktadır.
1960'larda İtalyan fizikçi Gabriele Veneziano güçlü nükleer kuvveti matematiksel olarak ifade edebilmenin peşinde koştururken, İsviçreli matematikçi Leonhard Euler'in kendisinden 200 yıl kadar önce oluşturduğu bir denklemin güçlü kuvveti tanımladığını farkeder (Euler, bugün kullandığımız pek çok matematik nosyonunun babasıdır. Örneğin, f(x) fonksiyon tanımlaması ona aittir)
Bu keşif, Veneziano'nun yıldızının parlamasına sebep olur. Konunun üzerinde çalıştıkça, maddenin temel parçacıklarının matematiksel ifade olarak noktasal olmaktan çıkıp küçük bir sicim şeklindeki uzamsal birimlere dönüşmesi gibi bir tuhaflığı ortaya çıkarır. Temel birim olan parçacıkların, titreşerek parçacığın sahip olduğu özellikleri ortaya çıkartan daha da temel bir yapısı olduğu görüşüdür bu. Ancak, sadece matematik denklemlerinin üzerinde kalem oynatmalarla ortaya çıkan bu yaklaşım fazla taraftar bulmaz. Kuantum mekaniği tüm ihtişamıyla kabul görmüştür bir kere; temel parçacıklar “noktasal”dır, “sicimsi” değil. Deneysel çalışmalar da bu kabullenmeyi desteklemektedir. Bilim insanları bu parçacıkları hızlandırıcılarda çarpıştırarak deneysel yeni kanıtlar peşinde koşmakta ve evrenin nasıl işlediğini göstermeye çalışmaktadır.
Parçacıklar
sadece maddenin yapı taşları değildir. Doğadaki kuvvetlerin
açıklaması da yeni parçacıkların birim olarak kullanılması
ile yapılmaktadır.
Hazırlayan:
Aykut Turhan
Bedendeki Felsefe, George Lakoff (ZİHİN kitabı, 2. bölüm)
(George Lakoff)
California
Üniversitesi, Bilişsel Bilimci ve Dilbilimci, Bilişsel Bilim ve Dilbilimi
Richard ve Rhoda Goldman Üstün Profesörü, Berkeley; Don’t Think of an Elephant [Bir
Fil Düşünmeyin] ve The Political Mind
[Politik Zihin] kitaplarının yazarı
EDGE: Beden nedir?
GEORGE LAKOFF: Bu ilginç bir soru. Pierre Bourdieu bedenlerimizin ve bedenlerimizle yaptıklarımızın kültürden kültüre önemli şekilde değiştiğine dikkat çekmişti. Fransızlar Amerikalılar gibi yürümezler. Kadınların bedenleri erkeklerin bedenlerinden farklıdır. Çinli bir beden Polonyalı bir beden gibi değildir. Postmodernlerin de sıkça belirttiği gibi, bedenin ne olduğuna dair anlayışımız da zaman içinde oldukça değişti.
GEORGE LAKOFF: Bu ilginç bir soru. Pierre Bourdieu bedenlerimizin ve bedenlerimizle yaptıklarımızın kültürden kültüre önemli şekilde değiştiğine dikkat çekmişti. Fransızlar Amerikalılar gibi yürümezler. Kadınların bedenleri erkeklerin bedenlerinden farklıdır. Çinli bir beden Polonyalı bir beden gibi değildir. Postmodernlerin de sıkça belirttiği gibi, bedenin ne olduğuna dair anlayışımız da zaman içinde oldukça değişti.
Ama yine de, bedenlerimizin ortak çok
noktası var. İki gözümüz, iki kulağımız, iki kolumuz, iki bacağımız, dolaşımda
olan kanımız, nefes almak için kullandığımız ciğerlerimiz, iç organlarımız vb
ortaklıklarımız var. Kavramsal sistemlerimizin gelenekselleşmiş ortak yönleri,
bedenlerimizin hayli fazla olan ortak noktaları tarafından yapılandırılmaya
eğilimlidir.
EDGE: Ama bir
makine olmaktan çok bir bilgi sistemine doğru gidiyoruz ve sonuçta bu
sınırlayıcılar konuşmanın bir parçası olmayabilir.
LAKOFF: Beyin ve
bedeni bilimsel olarak çalışmaya başladığınızda, ister istemez metaforları
kullanmayı bırakırsınız. Söylediğin gibi zihin için kullanılan metaforlar da
zaman içinde makinelerden elektrik santrallerine, santrallerden bilgisayarlara
evrimleşti. Bilimde metafordan kaçınma yoktur. Biz laboratuvarımızda, nörobilimde
yaygın olan nöron devreleri metaforunu kullanıyoruz. Nöral hesaplama üzerinde
çalışıyorsanız, bu metafor bir zorunluluktur. Nöral hesaplamanın detayları
üzerinde günlük araştırmada biyolojik beyin arka planda kalırken, nöron devreleri
metaforu kişinin çalışırken kullandığı metafor haline geliyor. Fakat bir
metaforun ne denli yaygın olduğu değil, o metaforun neyi gösterip neyi
göstermediğini takip etmek önemlidir. Bunu yapmazsanız, beden ortadan kaybolur.
Bütün bilim insanlarının olması gerektiği gibi biz de kullandığımız metaforlar
konusunda dikkatliyiz.
Sokal vakası bağlamında Kuhn ve Feyerabend eleştrisinin güncelliği
(Kerem Cankoçak)
Sokal vakasının üzerinden 17 yıl geçti, ama güncelliğini
hala koruyor. New York Üniversitesinde Teorik fizik profesörü olan Alan
Sokal, 1996'da Social Text isimli bir postmodern
dergiye gönderdiği makalede, fizik kuramlarını bilerek çarpıtır ve saçma bir
şekilde sunar. Makalesini Social Text’in yayımlamasının ardından Sokal bunun bir şaka olduğunu,
postmodern dergilerin her türlü saçma makaleyi bastıklarını ispatlamak için bu
yola başvurduğunu açıklar. Sonrasında
postmodern felsefeciler ile bilim adamları arasında büyük bir tartışma başlar.
''Bilim savaşları''nda yeni bir sayfa açılmış olur ve Derrida gibi ünlü
postmodernistler ile Weinberg gibi Nobel ödüllü fizikçilerinin de dahil olduğu
sert tartışmalar yaşanır. Tartışmaların
ayrıntılı incelemesini Sokal ve Brichmont Fashionable Nonsense (Son Moda Saçmalar) [Sokal ve Brichmont,
1999] kitabında özetlerler. Daha sonra Sokal Beyond Hoax (Şakanın
Ardından) [Sokal, 2008] kitabında Social
Text makalesinin ayrıntılı bir açıklamasını da içeren, postmodern
felsefenin derinlemesine bir analizini yapar.
Kendinin Farkında Olmanın Nörolojisi, V. S. Ramachandran
ZiHiN kitabından (Alfa Bilim dizisi, 2013)
Bölüm: 10
(V.S. Ramachandran)
Nörobilimci; California Üniversitesi Beyin ve Biliş Merkezi Direktörü, San Diego; Phantoms in the Brain [Beyindeki Hayaletler] ve The Tell-Tale Brain [Muhbir Beyin] kitaplarının yazarı
Benlik [self] nedir? Nöronların aktivitesi bilinçli bir insan olma duygusuna nasıl yol açar? Bence, bu en eski felsefi problemler bile deneysel bilim yöntemlerine katkıda bulunacaktır. Gitgide benliğin tüm beynin bütünsel bir özelliği olmadığı, birbiriyle bağlantılı beyin devrelerinin belli bir kümesinin aktivitesinden kaynaklandığı görülüyor. Fakat bizim hangi devrelerin ciddi derecede sürece dâhil olduğunu ve muhte- mel fonksiyonlarının neler olabileceğini bilmeye ihtiyacımız var. Bu, benliğe özgün paradoksal niteliğini kazandıran, ben- liğin “içe dönme” durumu yani yinelemesidir.
Horace Barlow, Nick Humphrey, David Premack ve Marvin Minsky (başkaca isimlerle birlikte) tarafından bilincin en başta toplumsal düzlemde evrimleşmiş olabileceğini ileri sürüldü. Minsky, insanda erken simgelerin temsilini yaratmak için evrimleşmiş ikinci bir paralel mekanizmadan bahsetti ve Humphrey, iç gözlem yapabilme yeteneğimizin özellikle davranışlarını tahmin etme amacıyla diğer insanların zihinlerinin anlamlı modellerini kurmak için evrimleşmiş olduğunu iddia etti. “Başkalarında kıskançlığın ne hissettirdiğini anlamak için kıskanıyorum” demek başkasının davranışını tahmin etmenin kısa yolu.
Burada bu tartışmaları daha da ileri taşıyorum.
Beynin Gölgeleri - I
Saffet Murat Tura hazırlamakta olduğu kitabı ile ilgili bir konuşma yaptı İmago'da. Grubun kurucularından olan Tura'nın bu sunumunu üç bölüm halinde ve kısaltarak sunuyoruz. İmago grubunun ilk video çekim denemesi olduğundan teknik problemler var ama yine de iyi bir başlangıç.
İşte Tura'nın sunumunun ilk bölümü.
İşte Tura'nın sunumunun ilk bölümü.
İmago'cular kimdir?
Aslında Nazım Hikmet'in dizeleri bizi bizden güzel anlatır ;
"Lahana, otomobil, veba
mikrobu ve yıldız
hep hısım akrabayız.
Ve ey güneş gözlü sevgilim, «Cogito, ergo sum» değil
bu haşmetli ailede varız da düşünebilmekteyiz... "
hep hısım akrabayız.
Ve ey güneş gözlü sevgilim, «Cogito, ergo sum» değil
bu haşmetli ailede varız da düşünebilmekteyiz... "
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)