imagocular

imagocular

Kendinin Farkında Olmanın Nörolojisi, V. S. Ramachandran

ZiHiN kitabından (Alfa Bilim dizisi, 2013)

Bölüm: 10

(V.S. Ramachandran)
Nörobilimci; California Üniversitesi Beyin ve Biliş Merkezi Direktörü, San Diego; Phantoms in the Brain [Beyindeki Hayaletler] ve The Tell-Tale Brain [Muhbir Beyin] kitaplarının yazarı 


Benlik  [self] nedir? Nöronların aktivitesi bilinçli bir insan olma duygusuna nasıl yol açar? Bence, bu en eski felsefi problemler bile deneysel bilim yöntemlerine katkıda bulunacaktır. Gitgide benliğin tüm beynin bütünsel bir özelliği olmadığı, birbiriyle bağlantılı beyin devrelerinin belli bir kümesinin aktivitesinden kaynaklandığı görülüyor. Fakat bizim hangi devrelerin ciddi derecede sürece dâhil olduğunu ve muhte- mel fonksiyonlarının neler olabileceğini bilmeye ihtiyacımız var. Bu, benliğe özgün paradoksal niteliğini kazandıran, ben- liğin “içe dönme” durumu yani yinelemesidir.

Horace Barlow, Nick Humphrey, David Premack ve Marvin Minsky (başkaca isimlerle birlikte) tarafından bilincin en başta toplumsal düzlemde evrimleşmiş olabileceğini ileri sürüldü. Minsky, insanda erken simgelerin temsilini yaratmak için evrimleşmiş ikinci bir paralel mekanizmadan bahsetti ve Humphrey, iç gözlem yapabilme yeteneğimizin özellikle davranışlarını tahmin etme amacıyla diğer insanların zihinlerinin anlamlı modellerini kurmak için evrimleşmiş olduğunu iddia etti. “Başkalarında kıskançlığın ne hissettirdiğini anlamak için kıskanıyorum” demek başkasının davranışını tahmin etmenin kısa yolu.

Burada bu tartışmaları daha da ileri taşıyorum.
Daha ilerisini görmede başarılı olursam bu “büyük isimlerin omuzlarına basarak” olur. Özellikle ilk olarak “diğerinin farkındalığı”nın evrimleştiğini ve daha sonra evrimde sıkça olduğu gibi akla aykırı bir şekilde aynı becerinin birinin zihnini şekillendirmekte istismar edildiğini savunuyorum ki, bu da kendinin farkında olma diye adlandırılıyor. Ayrıca ayna nöronlar denilen özel bir grup nöron sisteminin bu yeteneği ortaya çıkarmada rol oynadığını iddia ediyorum. Son olarak bazı klinik örnekleri bu fikirleri açıklamak için tartışacağım ve bazı test edilebilir tahminlerde bulunacağım.

Benliğin birçok yönü vardır. Çoklu duyu izleri ve inanış- lara rağmen bütünlüklü bir algılamayı içerir. Dahası, zaman içerisinde bir süreklilik, kendi eylemlerinin kontrolü (“hür irade”), bir bedene demirli olma, kendi değerine sahip olma, saygınlık ve ölümlülük (ya da ölümsüzlük) gibi algılamalara da sahiptir. Benliğin bu yönlerinin her biri, beynin farklı bölgelerindeki farklı merkezlerce yöneltilebilir ve onları tek bir kelimede bir araya toplamamızın sebebi kolay olmasını sağlamaktır.

Daha önce belirtildiği gibi benliğin diğer tüm yönlerinden daha garip görünen bir tarafı vardır: Kendisinin farkında olması. Ayna nöronlar denilen bir grup nöronun bu beceride ciddi derecede rol aldığını önermek isterim.

Ayna nöronlar, hedefe yönelik istemli faaliyetlerde bu- lunan maymunların beyinlerinden kayıt alınırken Giacomo Rizzolatti, Vittorio Gallase ve Marco Iaccoboni tarafından keşfedildi. Örneğin maymun bir fıstığa uzandığında premo- tor korteksteki (ön loblardaki) belli bir nöron ateşlenir. Maymun bir düğmeye dokunduğunda diğer bir nöron, kolu çektiğinde üçüncü bir nöron ateşlenecektir. Bu şekilde istemli hareketleri kontrol eden komuta nöronların varlığı yıllardır biliniyordu. Şaşırtıcı bir biçimde, bu nöronların bir alt gru- bu ilaveten özgün özelliklere sahipti. Ateşlenen nöron sadece maymun fıstığa uzandığı sırada değil, aynı zamanda diğer bir maymun bir fıstığa uzandığında da ateşleniyor!
Bunlar “ayna nöronlar” ya da “maymun gördüğünü yapar” nöronları diye adlandırıldılar. Bu sıradışı bir gözlemdi; çünkü demek ki nöron (ya da daha net biçimde nöronun parçası olduğu ağ) sadece son derece belirli bir komut (“fıstığa uzan”) üretmiyor, aynı zamanda diğer bir maymunun bakış açısını da uyarlayabilir hale getiriyor. Bu, diğer maymunun yaptığının bir çeşit içsel sanal gerçeklik simülasyonuydu. Böylece kendisinin de ne kadarını “yapabileceğini” görmüş olacaktı. Kısacası, bu nöron “zihin okuma” nöronuydu.

Anterior singulattaki nöronlar, iğneyle dürtülen bir hastaya yanıt verecektir; bu nöronlar sık sık duyusal acı nöronları olarak anılırlar. Toronto Üniversitesindeki araştırmacıların, bu nöronlardan bazılarının hasta başka birisinin de iğneyle dürtüldüğünü gördüğü takdirde de aynı derece güçlü şekilde ateşleneceğini ortaya koyması dikkate değer. Bu nöronları kendisiyle diğerleri arasındaki bariyeri aştıklarından dolayı “empati nöronları” veya “Dalay Lama* nöronları” diye adlandırıyorum. Bunu söylüyor olmanın metaforik bir şey olmadığına dikkat edin; söz konusu nöron temelde kendisi ve diğerleri arasındaki farkı bilmiyor.

Primatlar (insanlar da dâhil) oldukça sosyal yaratıklardır. Birisinin “ne kadar yetenekli olduğunu” bilmek –ötekinin zihninin içsel bir simülasyonunu yaratmak– hayatta kalmak için çok önemlidir ki; bu bize “Makyavelci Primat” unvanını kazandırır. Edge için yazdığım “Ayna Nöronlar ve İleri Doğru Büyük Sıçrama” (2001) başlıklı bir makalede, (Rizzolatti’nin grubunun belirttiği gibi) diğer kişilerin niyetlerini anlamada nöral bir alt katman sağlamanın yanında, hominidlerde ayna nöronların ortaya çıkmasının ve ardından gelişmele- rinin özü gereği empati, taklit yoluyla öğrenme (deneme ve yanılmadan ziyade) ve “kültür” dediğimiz şeyin hızlı aktarı- mında hayati rol oynadığını ileri sürmüştüm. (Ve “ileri doğru büyük sıçrama” –“kazara” keşfedilmiş olanın hızlı Lamarckçı aktarımı, bir tür müdahele.)

Şimdi bu makalenin temel meselesine –benliğin doğasına– döneyim. Kendi benliğinizi düşündüğünüzde, aklınıza ne geliyor? Sanki kendinize bir başkasının bakış açısından bakıyormuşsunuz gibi, kendi düşünce ve duygularınız üzerinde “iç gözlem” ve işinizin gidişiyle ilgili kendinizi “izleme” algınız vardır. 

Bu nasıl olabilir?

Evrim sık sık, tamamen yeni beceriler geliştirmek için önceden var olan yapılardan yararlanır. Örneğin retina üze- rinde görsel “dikey düzlem” ve ayna nöronların hominidlerde ortaya çıkması için zemin yaratan kaslarla (ağaçlara tutun- mak için) işaret edilen fotoreseptif* “dikey düzlem” arasında modaliteler arası soyutlamaya meşgul olma becerinizin ortaya çıktığını öne sürüyorum. Ayna nöronlar ayrıca –büyük kuyruksuz maymunlarda ve daha sonra insanlarda büyük bir genişleme yaşayan bir yapı olan– alt paryetal lobülde de bol miktarda bulunur. Beyin daha fazla evrimleştikçe lobül, iki girusa** bölündü: Kendi beklenen davranışlarınız üzerine “yansıtmanızı” sağlayan supramarjinal girus ve bedeniniz (sağ kısım) ve belki de kendinizin öteki sosyal ve dilbilimsel yönleriniz (sol yarımküre) üzerine “yansıtmanızı” sağlayan angular girus. Başka bir yerde ayna nöronların temelde gör- sel ve motor haritalardaki aktivite karşısında bir tür çıkarım sergilediğini ileri sürdüm. Dolayısıyla bu örneğin metafor gibi (“kendi durumunun farkına var”) daha kavramsal çıkarım türlerine zemin hazırladı. 




Tüm bunlar nasıl kendinin farkında olmaya yol açar? Kendinin farkında olmanın basitçe “kendime sanki baş- ka biri bana bakıyormuş gibi bakmak” için ayna nöronları kullandığını savunuyorum. (Aynı şekilde “bana” sözcüğü bazı beyin süreçlerini de kapsamaktadır.) İlk başta başka birinin görüş açısını benimsemenizi sağlamak için gelişen ayna nöron mekanizması –aynı algoritma– kendi benliğinize bakmanız için içe doğru döndü. Bu, özünde “iç gözlem” gibi şeylerin temelidir. Diğerlerinin sizin farkınızda olduğunun farkında olduğunuzu belirtmek istediğinizde “kendinin bi- linci” gibi ifadeler kullanıyor olmamız tesadüfi değildir ya da kendi düşünmenizin bilincinde olduğunuzda “yansıtıyo- rum” demeniz de tesadüfi değildir. Başka bir ifadeyle iç göz- lem veya düşünmek için içe dönme becerisi, ayna nöronların diğerlerinin zihinlerini okuma becerisinin bir tür metaforik uzantısı olabilir. Çoğunlukla üstü örtülü bir biçimde insana özgü “diğer zihinler kuramı”nı yani “DZK”yı* (dünyayı diğer- lerinin bakış açısından görmek, ”zihin okuma”, bir insanın ne kadarını yapabileceğini görmek vb) ortaya çıkarma bece- risinin hâlihazırda varolan bir benlik algısından sonra gel- mesi gerektiği varsayılıyor. Ben bunun tam tersinin doğru olduğunu savunuyorum. Toplumsal ihtiyaçlara cevaben ilk olarak DZK evrimleşmiştir ve daha sonra bunu, beklenmedik bir bonus olarak, kendi düşünceleriniz ve niyetleriniz üzeri- ne iç gözlem yapabilme yeteneğiniz izlemiştir. Bu fikirlerin çok büyük bir özgünlüğü olduğunu savunmuyorum, onlar da zeitgeist’in** bir parçası. Özgünlükler, fizyoloji ve bizim nö- rolojideki çalışmalarımızdan sıralayacağım birçok kanıt, bu tutumdan geliyor. Dikkat ederseniz ayna nöronların benliğin ortaya çıkması için yeterli olduğunu iddia etmiyorum. Bu nö- ronlar sadece kilit rol oynamış olsa gerek. (Öbür türlü maymunlar kendilerinin farkında olurlardı ama değiller.) Daha önceki fonksiyonları (DZK) kritik düzeyde belli bir kapsama ulaşmaları gerekebilir ve bazı öteki beyin devreleriyle, özellikle de Wernicke bölgesi (“dil kavrayışı”) ve ön lob kısımlarıyla bağlantılı hale gelebilirler.

Benliğin ayna nöron kuramı başkaca tahminler de üretir mi? Otistik çocukların ayna nöronlarında eksiklik ve buna denk olarak eksik DZK’ları olduğuna dair keşfimiz göz önüne alındığında, benlik algısı eksiklikleri (TMM) olduğunu ve iç gözlem yapmada zorlandıklarını tahmin edebiliriz. Aynı şey nörolojik rahatsızlıklar için de geçerli olabilir; alt paryetal lobül/TPO bağlantısında (ki bunun ayna nöronlar içerdiği biliniyor) ve ön lobların bazı bölgelerindeki hasar da ken- dinin farkında olmanın belli yönlerinde eksikliğe yol açıyor olabilir. (Aklıma gelmişken, Gallup’un ayna testi –siz ayna- ya bakarken yüzünüzden bir boya lekesinin silinmesi– her ne kadar öyleymiş gibi pazarlansa da, kendinin farkında ol- manın için yeterli bir test değil. Gallup testini geçmelerine rağmen şiddetle aynadaki yansımanın “başka biri” olduğunu ileri süren hastalar gördük!)

Yakın zamanda, bilinçli uyanık bir hastanın beyin cer- rahisi sırasında paryetal lobu uyarıldığında, sanki tavana yakın bir yerden kendi bedenini izleyen ayrı bir bünyeymiş gibi yer yer “beden dışı” bir tecrübe edineceği ortaya ko- nuldu. Bunun gerçekleşmesinin nedeninin paryeto-artkafa lobu bağlantı noktasındaki ayna nöron sisteminde uyarıcı bir elektrotun yol açtığı bir işlev bozukluğu olduğunu sa- vunuyorum. Bu nöronlar genellikle (daha önce bu makalede belirtildiği gibi) biz, kısa süreliğine beden ve zihnimizle il- gili başka birisinin “bakış açısını” takındığımızda faaliyete geçiyor; ama diğer sinyaller (hem duyusal hem de merkeze iletici/komuta sinyalleri) aslında gerçekte kendinizin dışına hareket etmediğinizi söylediği için, her zaman bunu kısmen yaptığımızın farkındayız. (Size bakan başka bir insanı is- temsiz taklit etmenizi durduran ön kısıtlayıcı mekanizmalar da olabilir.)

Bu ayna nöronlarla alakalı mekanizmalar uyarıcı elekt- rot tarafından alt üst ediliyorsa, net sonuç beden dışı deneyim olacaktır. Birkaç yıl önce sağ paryetal lobunda doku bozulması olan ve bu felci hayret verici şekilde inkâr eden bir anosognozi hastamız vardı. Dikkat çekecek bir biçimde hasta yanındaki tekerlekli sandalyede oturan (ve doktorun isteğine rağmen kolunu kıpırdatamayan) diğer bir hastada- ki felci de inkâr etti. Yine burada da benliğin görünüşte çelişkili iki yönünün –bireyselleştirme ve yoğun mahremiyet karşısında sosyal karşılıklılık– birbirini tamamlayabileceği ve aynı nöral mekanizmadan yani ayna nöronlardan ileri geldiğine dair kanıt vardı. Mobius şeridinin iki tarafı gibi, bunlar –bölgesel iç gözlemde– temelde farklı gibi görünseler de gerçekte aynılar.

Benlik sorununu çözdük mü? Açık ki hayır; sadece yüze- yini kaşıdık. Fakat umut verici şekilde filozofların aslında çözmekte yol alamadığı benliğin gelecekteki modellerinin ve benliğin doğası üzerine deneysel çalışmaların yolunu açtık. (Filozofların çaba harcamamasından dolayı da değil, 3 bin yıldır faal olarak benlikle uğraşıyorlar.) Sonuç olarak bizim çabalarımız beyin araştırmasının geleceği için bir iyimserlik oluşturuyor; özellikle bilimin tartışmalı bir şekilde en büyük bilmecelerinden birisini çözmek için.