Biz neyiz sorusunun yanıtı,
kültürün bizi ne şekilde etkilediğinde yatar.
Şimdi her şeyin nasıl başladığını sormamız gerekiyor. Nasıl bir evrimsel
devrim oluşmuştur da bizi genetik devrimin diğer bütün ürünlerinden belirgin
bir şekilde ayırmıştır? Size burada anlatacağım hikâye, çok hücreli yaşamı
olası kılan ökaryot hücrelerin oluşumlarıyla ilgili Bölüm 4’te anlattığım
hikâyenin tekrarı olacak. Hatırlarsanız, çekirdek içeren hücrelerden önce daha
basit ve münferit bir yaşam sürdüren ve enerji bakımından zengin bir çorbanın
içinde gezinip kendilerini eşlemekten daha ilginç bir şey yapmayan prokaryotlar
vardı. Lynn Margulis’in muhteşem hikâyesinde (1981) anlattığına göre, günlerden
bir gün bu prokaryotlardan bazıları bir tür parazitin istilasına uğradı. Ama
tanımlarından da anlaşılacağı üzere normalde ev sahiplerinin uyumluluğuna zarar
veren bu parazitler, ilginç bir şekilde yararlı hale gelerek parazit olmaktan
çıkıp ortakyaşar’a dönüştü. Onlar ve
istila ettikleri prokaryotlar, artık Latince anlamı ‘aynı masada birlikte yemek
yiyen’ anlamına gelen kommensal’ler
veya birbirinin varlığından fayda sağlayan mutualist’ler
gibiydi. Güçlerini birleştirerek devrimsel nitelikli yeni bir varlık
oluşturdular: ökaryot hücre. Bu oluşum çok hücreli yaşam diye bildiğimiz,
olasılıkları barındıran ve daha önce bile hayal edilmesi mümkün olmayan engin
bir uzayın kapısını aralamış oldu. Derken, birkaç milyar yıl geçti. Bu arada
çok hücreli yaşam biçimleri Tasarım Uzayının girdisini çıktısını keşfetmeye
devam ediyordu; ta ki bir gün, tek bir çok hücreli canlı türünde başka bir
istila başlayana dek. Bu canlı bir tür primattı ve istilacılarının çok uygun
bulduğu çeşitli yapı ve yetenekler geliştirmişti (bunlara ön uyarlanım demeye
cesaret edebilir misiniz?). İstilacıların, girdikleri konak canlı içerisinde
kendilerine yuva bulmaları şaşırtıcı değildi, çünkü zaten konak canlı tarafından
yaratılmışlardı, tıpkı bir örümceğin ağını veya bir kuşun yuvasını oluşturması
gibi. Bu yeni istilacılar göz açıp kapayana kadar geçen bin yıldan az bir zaman
içinde hiçbir farkındalığa sahip olmayan konakçılarını –kuyruksuz maymunları–
yepyeni bir şeye dönüştürdü: farkındalığa
sahip olan konakçılar. Bunlar
yeni istilacı stokları sayesinde bugüne kadar hiç hayal edilmemiş şeyleri hayal
edebiliyor, Tasarım Uzayının içinde daha önce hiçbir canlının yapmadığı biçimde
oradan oraya sıçrayıp duruyordu. Dawkins’in 1976’da yaptığı tanımlamadan sonra
bu istilacıları mem diye
adlandırıyorum; belli bir hayvan türü esaslı bir şekilde memlerle donatıldığı –veya istila edildiği– zaman ortaya çıkan tamamen yeni
varlığa da genel olarak insan denilmektedir.
D. Dennett, Darwin'in Tehlikeli Fikri, 12. Bölüm (yakında Türkçe basımı çıkacak...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder